13 Aralık 2009 Pazar

Come away with me

Oturuyorum yalnızlığımın üzerinde. Kullanılmış bedenimde, öptüğüm ve seviştiğim adamların kokusu.. Nasıl da titretiyor burnumun direğini. Söz veriyor bedenim ruhuma. Ruhum; "hayvani içgüdülerini bırak bir kenara, ne kadar saf tutarsan bu bedeni o kadar çabuk ereceksin huzura" diyor. Ama bir türlü tutamıyor verdiği sözleri bedenim. Okşanmak ve sevilmek istiyor garip bir şekilde. Yıllardır içinde büyümüş bir açlık var onda. Belki de "daddy issue" dedikleri bu olsa gerek.

Oturuyorum yalnızlığımın üzerinde. Bir adam vardı, bir zamanlar yalnızlığımı paylaştığım. Hunharca çiğnedi gülümsemi, mutluluğumu ve tüm iyi niyetimi, yıllar boyu. O adam gidince, sağ gözüm sol gözüme, sağ beynim sol beynime.. Güvenmez oldu. Sağım soluma.

Oturuyorum yalnızlığımın üzerinde. Yaşımın ilerlemesi pek de umurumda değil. Yalnızlığımı seviyorum ve onu kimseyle paylaşmıyorum. Kalabalıkta bile vazgeçmiyorum onunla olmaktan.

Mutluluk. Geçici ama şimdi ben mutluyum.

12 Aralık 2009 Cumartesi

Fuck off, Please

Hiç konuşmak istemiyorum.

3 Aralık 2009 Perşembe

Necroshine

Zaman zaman ergenliimde yaşadığım arızaların flashbackleri oluyor burda. Nasıl da duygusalım, hemen herşeye ağlayasım geliyor. Dedim ki: Benden uzak dur, akli dengem yerinde değil!

Uzun zamandır içimde biriken kin, nefret ve hüzün, kendini değersiz hissetme vs. bugün açığa çıktı.

Dedim ki: Çamaşılarımı yıkayabilir miyim?
Dedi ki: Hayır bugün çamaşır günü değil. (Ama bana inanma çünkü ben şakacıyım.)

Ağlamaklı mutfağa doğru yürüdüğümden parantez içini duyamadım.
Kendime The Doors'dan People are Strange isimli şarkıyı armağan ediyorum. Ben de dahil hepimiz deliyiz!

Milletin götünü toplAmıycaksın bu dünyada. Senin götün düştüğünde arkana bile bakmıyorlar çünkü.

Mesela asla çocuğu olan evli insanların hayatında yer almamalısın. Hatta diyelim ki anne intihara teşebbüs etti ve annenin hastanede yattığı haftada okulda veli toplantısı var. Diyelim 25 yaşındasın ve hayatın boyunca öğrenci olmuşsun. Ona rağmen veli toplantısını gitmişsin. Gitmiyceksin arkadaşım!
Gitmiyceksiiinnnn!

Neyse. Sinirlendim bak.

23 Kasım 2009 Pazartesi

Suicide is Painless


Haftanın ilk günü Pazartesi, ayaklarım buz gibi. Evin içinde de müthiş bir soğuk var. Keskin. İnsanın kanını donduruyor.
Nasıl anlatsam da kurtulsam şu kanımdaki pislikten, bilemiyorum.

Dün sabah burnumun etrafında daireler çizen keskin seks kokusu fırtınadan hemen önceki sessizlik gibiydi. Görülmediği halde hissedilen enerji nefes alıp vermemi zorlaştırdığı için Oma'ya gittim pılımı pırtımı toplayıp. Hem ders çalışırdım. Oma; mercimekli köfteler, ıspanaklı börekler neler neler pişirmiş. Üzerine sinen enfes soğan kokusunu banyoda attı. Sırtını da bana keseletti. Aklıma anneannem geldiyse de ağzımı açıp tek laf etmedim. Şıkır şıkır giyinip çıktı sonra da. Yalnız kaldım evde. Jane's Addiction dinleyip gençliğime atıfta bulundum. Saat 16:00'yı geçiyordu eve gidip duş alayım dedim. Çocuklar babaları ile futbol oynayıp tipik bir pazar eğlencesi yaşamaya çalışıyorlardı. 9'luk beni de davet etti oyunlarına. Ama ben gelemem ki, du alıp Emi'ye gidicem. Anahtarımı deliğe sokup sola doğru çevirdim. Tıkırt. Kimse yok gibi. Salona doğru yürüdüm. Ama içeri girmedim. Kapıdan kafamı uzattım, koltuğun üzerindeydi boşanamamış kadın, uyukluyordu. Kıyafetlerimi çıkardım. Temiz havlu arandım. Bulamadım. Bir baş havlusu geçti elime. Hiç yoktan iyidir. Suyu seviyorum. Bütün kiri temizler su. Ruh kirliliği konusunda pek emin değilim.
Akladım pakladım kendimi, temiz pamuklara sardım. Mis gibi koktum.

Suyu kapatıp baş havlusunu vücuduma sarmaya çalıştım. Kuran yazısına uyar gibiydim. Ya da Havva gibi. Sadece edep yerlerim örtülü odama yürüyordum. Garip bir takırdı geldi salondan.
Sanki av mevsimi dışında avlanan bir avcının kurşunu ile yaralanmış irice bir hayvan sesi. Boğa gibi. Vahşi ama duygusal. Bilemedim şimdi. Korktum. Boşanamamış kadın uykusunda sayıklıyor, ağzından köpükler çıkıyordu. Yanına gittim. Bu sefer seks değil korku ve öfke kokuyordu. Kocaman gövdesinin ona izin verdiği ölçüde yürümeye gayret etmesi takdir edilir doğrusu. Apış arasında bir ıslaklık. Doktor değilim ama düşünebilen bir hayvanım. Kendinde değilsin kadın, dedim. Ellerinden tutup tuvalete götürdüm. Babaya seslendim. Hemen koşsun. Düşünebilen hayvan sadece benmişim meğer. Telaşa kapılmadan uyku hapı aldığını bildiğimi söyledim. Oma verecekti.
-Kaç tane aldı acaba? (ÜKÜÜÜAA Dhaneee aldğımm) (iki tane aldım diye böğürdü.)
Sanırım bir şişe de şarap içmiş!
İlaç kutusunu aradık bulamadık. Önce soğuk suyla ıslattığımız bezi sürdük vücuduna. Yoğurt yedirdik. Napıcağımızı bilemedik. Üstünü değiştirip yatağına yatırdık.
Emi'ye gittim. Ona anlattım durumu. Tam ders çalışacakken telefonum çaldı. Zaptedemiyorum koş dedi bana, telefondaki ses. Koştum ben de. Eve geri geldiğimde uyuyordu boşanamamış kadın. Etrafı aramaya başladım, kutuyu bulmam gerekirdi ambulansı aramam için. Sonunda çalışma masasının altında saklanmış olan kutuyu buldum. İçi bomboş. Üzerinde 50 filmtabletten yazıyor oysaki. Oma'ya telefon açıldı. İçinde kaç ilaç olduğu soruldu. "Yeniydi, yavrum daha hiç açılmamıştı. Noldu?" Ahh, tamam Oma. Sadece boşanamamış kadının doğru söyleyip söylemediğini kontrol ettik de.
Ara çabuk 112'yi.
-Hi. Excuse me! My German is not so good and I hope you can speak English, Ha?
:Yes. A little bit.
-I am so sorry. I am holding a box in my hand which is D... and it is empty, now. I guess, the woman who couldn't divorced took all the pills in it. Can you send an ambulance, as soon as possible?
:Yes. It is our job. I am super hero!

3 dakika sonra ambulans kapının önündeydi. Boşanamamış kadın önce yalanlarıyla onları oynatmaya çalıştı. Sonra gerçek ağzından pıtır pıtır döküldü. "50 antidepresan ve bir şişe şarap" 100'ün üzerinde kilosu olan kadını öldürmemiş.

Hastaneye gittik. Intensivstation'un kapısında bekledim. Soğukkanlılığıma hayret ederek. Kendimi alkışladım. 2 doktora hesap verdim. Artık gitmeliydim. 3 dakika görebilirsin dediler. Ağzı simsiyahtı. Gotik misin? dedim. Suicide girl müsün nesin.
50 gün uyursun artık.

Sabaha kadar babanın pişmanlık içerikli konuşmalarını dinledim. Okula da gidemedim.
Çocuklardan biri ağlayarak uyandı. Herşey yolunda aslında yalanıyla onu da avuttum.

Peki benim psikolojim?

22 Kasım 2009 Pazar

Vodoo People


Bu hafta sonu evdeyim. Polonyalı arkadaşım Emi ve onun erkek arkadaşı Alman Christian onun da iş arkadaşı İngiliz Collin ile olan Cuma akşamı eğlencemiz 8 bardak Rom-Cola mixlemesini mideme indirmek suretiyle son buldu. Türkiyede bu kadaar çok içsem ölürdüm kesin. Burda ölmedim. Aksine çok neşeliydim. Sabaha karşı eve döndüğümde kabuslar peşimi bırakmadı. Neredeyse hiç uyuyamadım. "Yatağımın başucundaki guguklu saat"i andıran kırmızı kilise her saat başı çanlarını benim için çalıyor sanırım. Cumartesi günü; yorgunluk ve uykusuzlukla harmanlanmış içki kokusunu, burnumdan silmem için yeterli bir zaman dilimi oldu. Aslında gece dayımın bir türlü boşanamadığı karısı ile ortamlara akmaya karar vermiştik. Ama satışa geldim. İlişkileri üzerine konuşmak için tam gününü seçtiler. Kuzenim onların ilişkilerindeki nezih gürültüden rahatsız olunca kilise çanlarının rehberliğinde oma evine gittik. Uyumuşum koltukta. Garip rüyalar biliçaltımın kullanma klavuzu gibi. Cumartesi gecesi rüyasında da tüftüften akan siyah sülüklerden kaçıyor ve insan boyunu çoktan aşan dalgalarda yüzüyordum. Saat tam 9:00 'du uyandığımda. Bir saat boyunca eve gitmekle gitmemek arasında kaldım. Bir sigara içtim. Sonra eve gitmeye karar verdim. Anahtar kapı deliğine girince burnuma ağır-aheste-ağır seks kokusu geldi. Birbirinden nefret eden iki insanın, nefretlerinde gizli kalmış sevgilerinin şehvete dönüştüğü anda ortaya çıkan o çok garip isteksiz kokuyu aldı burnum. Artık bu evde bir çift için hazırlanması gereken bir oda ve iki çocuğa ayrılmış ranzalı bir oda var. Bense yama gibiyim. Nerde yırtık var oraya dikilicem. İnsanlar garip napalım.

17 Kasım 2009 Salı

Munich Yolları yuvam gibi

Vatan diyebilmek bir toprağa ve onu benimsemek ne garipmiş. Pragdan dönüş yolunda anne karnındaki cenin gibi huzurluydum, eve gidebilmek güzeldi. Ev benim değil oysa. Nasıl benimsemiş 3 haftadır oturduğum 2 odalı kutuyu. Vatanım değil burası ama vatanımmış gibi kendimi garantide hissettim.
Geldiğim gün dil kursum başladı. Sınıfta tek Türk benim. Bu, Almanya şartlarında mucize sayılabilecek bir durum.
Dersler zor. Ama farklı kültürden insanlarla tanışmak güzel.


Vielen Dank!

14 Kasım 2009 Cumartesi

Still in Prag

Yeniden hosteldeyiz. Saatlerdir butun pragi yuruduk. 8 kisilik bir eramus grubunun tam ortasinda kendimi avrupada bir musluman ulke turkiye kadar yalniz hissediyorum. Surekli dislanilmislik hissi beni sonunda yalniz basima dunya turuna zorluycak onun da adim gibi farkindayim. Su Norvecli kiz tam bir bas belasi. Surekli mizildanip sacma sapan seyler istiyor. Praga gelip Starbucks a gitmek istemek de BAYAA iyi. Sikayetlerinden sehri dolasirken o muzigi ve harmoniyi dinlemekte zorlanmis olsam da simdi toparladim. Astronomic Clock Tower onunde saat 4 gibi hayat guzellesmeye baslamisti. Canli canli Cekvari muzik kulaklarimiza doldu ve ortacag saklabanlari etrafi doldurdu. Uzun sopalarin uzerinde yuruyen Fransiz adamla jonglor gosterisi yaptik. Hayatimin en guzel aniydi. Norvecli kizin `I aaayyymmmm sooo fuckiiinnn tireddd` sesiyle harikalar diyarindaki uykumdan uyanmak zorunda kaldim. 

Simdi hosteldeyiz. Bi Fransiz cocugu beni Irish Pub`a davet etti ama burdaki gruptan ayrilip yalniz hareket edemiorum. Hayatlarinda yemedikleri kadar cok yemek yiyen bu insanlar beni rahatsiz ediyor. Yine de sikayet edip bu anin buyusunu bozmak istemiorum. Kendilerini sadece birlikte olduklari gruba gobeklerinden baglayan insanlardan hiiiccc hoslanmiyorum.

I am still ok!

Unkind; Dirty and Historical Prague

Sabahin dordunde uyandirdilar beni praga geldik diye. Oyle sinirle kalktim. Neden geldik lan daha uyuyodum ben diye. Norvecli bi kiz var ekibimizde. Surekli konusup sikayet ediyor. Ingilizce konusmasindan hic hoslanmiyorum. Ingilizceden cok hoslandigim halde. Saatlerce yuruyup hosteli aradik. Ekibimizdeki tek erkek evlat olan Fatih isimli arkadasin got kadar laptopundan haritayi takip ettiler. Ben de onlarin bu kadar turist olmalarina guldum. Altima sicacak kadar yorulup; aglamaya baslamadan hemen once bi akli selim Mc Donaldsa oturmayi akil etti de bi bardak kahve icip kendimize gelebildik. Oncesinde Seb sarj edilir pilleri evde unuttugundan bi dukkandan pil almaya calistim ama bakkalci amca beni o kadar tersledi ki pil olmak icin yalvardim allaha. Pragli olmak bi ayricalik mi/soru isaretini bulamiorum bu klavyede/ Praglilar turistleri hic sevmiyor. Paramizla rezil oluyoruz. Ayrica diger yabanci turistlerin turkiyeye geldiklerinde ne hissettiklerini simdi anliorum. Cek turkiye kadar ucuz olmasa da burda euro cok degerli ve kendimi dunyanin en zengin insani gibi hissediorum su anda.

Otele giris yapamiyoruz. Check in saat 14:00. Ama en azindan internet kullanabilioruz o da bi ayricalik. simdilik buyuklerimin ellerinden kucuklerimin gozlerinden oper herkese selam ederim/.

12 Kasım 2009 Perşembe

Canımsın Elektrik Süpürgesi

Bugün haftalık temizlik yapan Şarap Hanım'a yardımı bir gönül borcu bilip peşinde dolaşmamın ve ikinci ev hanımı rolünü üstlenmemin üzerinden geçen 3 haftayı törenlerle kutluyoruz! Evimizin emektarı, en sevdiğim varlık elektrik süpürgesinin başında mum yakıp dilek diledim bugün. Çok seviyorum elektrik süpürgesini. Onun halının üzerinde yaptığı muhteşem dans, Michael Jackson'ın moon walk dansının yanında solda sıfır kalır bence. Hele tuttuğunu koparan o erkeksi tavrı ile halının üzerindeki kırıntıları hüüp diye içine çekmesi! Of!!
Elektrik süpürgesi halının üzerinde kendi halinde ilerlerken herhangi bir kırıntı, çöp falan bulamıyorsa hüzünlenir ooowwww uwwww gibi sesler çıkarır ya, işte o an benim hüzünlendiğim andır! Yaşamak istemediğim andır! Ben böyleyim.
Her ne kadar vatanımdan binlerce kilometre uzakta olsamda ben, bir Türk kahvesine hayır demem, hemen pcyi kapatır çeker giderim o yöne doğru.

11 Kasım 2009 Çarşamba

St. Martin's Day-miş

Koşuşturmacalarla dolu gün aslında Aziz Martin günüymüş. Öğleden sonra Şeb'le buluşup uzunca bi süre yürüdükten sonra -şeb bu uzunca süre yürüyüşün 1 durak olduğunu iddia ediyor- Prag biletlerimize ulaştık. Elimizde Prag biletleri geri dönüş yolundayız, dedim Şeb ben gelemiycem çay içmeye. Latern festivaline yetişmem lazımdır. Malum artık Avrupalıyız, çay içmem festivale giderim. O da tamam canum sorun deil, sen git ateşin etrafında Hristiyan adetlerini ölç biç değerlendir dedi. Eyvallah dedim. Bindim Ubahn'a. Eve geldim. Bi şeyler yedim. Hadiii hoopp çocukların yanına. Fenerleri alıp okula gittik. St. Martin ve Hz. Isa'nın karşılaşmalarını canlandırdı okuldakiler. Beyaz at vardı. Süper.
Sıcak şarap içtim. Kafam güzel.
Üstüne korku filmi izliyim de tam olsun.

Chuss

10 Kasım 2009 Salı

Ja!Hallo.

Geldiğimden beri Almanya'ya güya blog tutucaktım, hergün günlük yazıcaktım. Her gittiğim yerden anı toplayacaktım. Amma yalan oldum ya. Bugün de bu bloğu açmamın sebebi msn'de bi arkadaşımla konuşurken kendimdeki eksikliğin farkına varmak oldu.
Amerikalı öğrencilerle buluşmamız vardı bugün. B sürü Amerikalı bi kaç dernekten çocuk bi de ben. Kimse benimle ilgilenmedi diye küstüm ben de. Bii de grupta İngilizcesi benden daha iyi bi kız vardı. Ona da küstüm İngilizcesi benden daha iyi diye.

Neyse ki haftasonu Praga gidiorum ben de. Hoppaa!